Tag Archives: reha yurdakul

.::Kör Nizam’ın Bombaları::.

Öncelikle Yeşilçam’ın İsviçre Çakıları adlı iki bölümlük çalışmama göstermiş olduğunuz yoğun ilgiden dolayı çok teşekkür ederim. Çalışmamın birinci bölümünde yer verdiğim Nizam Ergüden ile ilgili önemli mesajlar aldım ve yeni bilgiler edindim. Değerli yönetmenimiz Hidayet Pelit‘in oğlu Bülent Pelit, yazının yayınlandığı akşam bana bir mesaj attı;

“Nizam Ergüden ile ilgili bir şey hatırlatayım; Hayatının son yıllarında sinemaya küsen Nizam Ergüden yarış atı seyisliği ve antrenörlüğüne başladı. Veliefendi ve İzmir Şirinyer Hipodromu’nu kendine mekan tuttu. Orada da büyük başarılar elde etti ama antrene ettiği Atıl isimli arap atının darbeleriyle hayatını kaybetti. Oğlu Hüseyin Ergüder de piyasanın iyi set elemanlarından biriydi…” 

İlginç, zor ve tehlikelerle dolu bir yaşamın böylesine bir trajedi ile bitmesine gerçekten çok üzüldüm. Yaptığım röportajlarda herkesten duyduğum “Bu kadar aksaklığına ve sakarlığına rağmen Yeşilçam’ın ev sevilen insanlarından biri…” olduğuydu. Özellikle Yılmaz Güney‘le yakın dost olan Nizam Ergüden, en çok onun avantür filmlerine çalışmıştır. Güney de bu dostluklarının neticesi olarak ona küçük roller vermeye başlamıştır. Şüphesiz onu milyonlara tanıtan en önemli rolü, Natuk Baytan‘ın yönettiği Üç Kağıtçı filmindeki Sabri karakteridir. Tabii ki Banker Bilo’daki kaçakçı karakterini de unutmamak gerek.

Şimdi sizleri, yaptığım röportajlardan derlediğim Kör Nizam lakaplı Nizam Ergüden’in yol açtığı iş kazaları ile ilgili bölümle başbaşa bırakıyorum;

Yılmaz Atadeniz (Yönetmen)

Hiç unutmuyorum, Ölmek Var Dönmek Yok diye İrfan Atasoy, Feri Cansel’in oynadığı bir filmi çekiyoruz Abraham Paşa Çiftliği’nin arka tarafındayız. Kameraman Kenan Kurt, “Ya Yılmaz ağabey burada bomba patlatacaksın benim kameram bundan başka zenginliğim yok, bunu geriye alalım, ben zoomla idare ederim” dedi. O ağaçların bulunduğu kısma kadar geriye aldı. O devirlerde bu türlü patlamaları yapan Nizam isminde bir arkadaşımız vardı. Nizam, Yılmaz Güney filmlerinde aktör olarak da oynadı. Şimdi o patlamaları çatlamaları kendi çocuğu yapıyor. Kısa boylu, genç bir oğlan. Onunla da çalıştım ben. O gün bomba koyacaklar, İrfan ile Feri Cansel o kapıdan çıkacak, arkadan kavgacılar gelecekler, ateş edecekler, Feri bomba atacak, bomba attığı zaman bomba patlayacak. Bu kadar yapıyoruz. Kameraman hazır, her şey hazır… “Motor!” Feri ile İrfan Atasoy çıktılar. O 4 kişi çıktı. Ahmet falan vardı hatta içlerinde. Çıktılar. Çıkınca, bombayı attı Feri, “Bombayı düştüğü yerde patlatın!” dedim. Yerden bir alev sütunu çıktı. O taraftaki ne kadar cam, çerçeve var ise her şey indi aşağıya. Toz, duman içerisinde kaldı. Bir de arkadan da Nuray diye dansöz bir kızımız var, belden yukarısı çıplak silahı öyle tutacak ki göğüslerini kapayacak. Şimdi bomba patladı, patladı ama kaldırım taşı yukarıdan vınlayarak Feri’nin üstüne düşecek, gördüm ben olayı. Feri’ye, “Kafanı yukarı kaldır bak!” demeye vakit yok, “Kamerada görünüyorsun kaç!” dedim ben. O benim emirlerime uyarak hareket etti. Kaldırım taşı pat diye düştü. Nuray çıktı, kız panikten titriyor, kızın göğüsleri meydanda… “Hemen yukarıya alın…” dedim. Öyle ve stop. Oradaki adamların katiyetle inanamıyorsun yaşadıklarına. Yani yerden o alev sütunu filmde de gördüm, kurgularını ben yaptım filmlerin. İnanılmaz bir şey. Dinamit koymuş Nizam… O dinamit yere 1 metre çukur açmış. Orada kanalizasyon kanalı varmış, alttan geçen o kanala kadar açmış. Ben Nizam’ı kovaladığımı biliyorum yani. “Ulan nasıl bu kadar dinamiti koyarsın?” diye…

 Mehmet Uğur (Dublör / Kavgacı Karakter Oyuncusu)

Bomba patlayacak bir gün… Koşacağız, mayına basacağız bomba patlayacak. Beni çağırdılar gittim. “Hazır mısın?” “Hazırım…” Geldim bir bastım, basmamla bombayı bir patlattılar, inan pantolonum ikiye bölündü. 2 metre çukur açıldı içine düştüm Nizam’ın bombasından…

 Selahattin Geçgel – Godzilla Selahattin (Set Amiri / Efekt Uzmanı)

Kargacı Halil filmini çekiyoruz Yılmaz Güney’le Polenezköy’de. Ben de ufak bir rolde oynuyorum. Yılmaz abi “Selahattin’e fünye hazırlayın…”dedi. Nizam fünyeyi hazırladı, bağladı. Yılmaz abi karşıda, ben de köşeden çıkıyorum. Yılmaz abi vuruyor beni. Fünye bir patlıyor ben uçuyorum. Yılmaz abi bağırmış ‘Eşşoğlu eşşek, ben yılların aktörüyüm böyle ölemedim!” diye. Herkes alkışlamış tabii. Yılmaz abi bağırmış: “Godzilla kalk! Godzilla!” Godzilla gözünü bir açtı SSK Hastanesinde…

Erhan Tuncer 

.::Değerli Sanatçımız Yılmaz Şerif Anlatıyor: ‘En büyük sıkıntımız bonoları kırdırıp geçinebilmekti. Maddi imkânı olan prodüktörler haricinde, Türkiye’de filmler bölge işletmecilerinin senetleri sayesinde çekilmiştir.’::.

Değerli sanatçımız Yılmaz Şerif‘le geçen ay çok kıymetli bilgiler barındıran bir röportaj gerçekleştirmiştim. Filmimin festival süreçlerinden dolayı ancak vakit bulup düzenleyebildim.

Röportajın gerçekleşmesine vesile olan değerli sanatçımızın oğlu İsmail Şerif‘e, ardından yılların birikimini bu kadar içten cümlelerle bizlere aktardığı için, Yılmaz Şerif ağabeye çok teşekkür ederim.

Keyifli okumalar…

1) Çocukluk yıllarınızdan kısaca bahseder misiniz? Sanata ilginiz hangi yaşlarda başladı?

1946 yılında Adana’da doğmuşum. Kendimi tanımaya başladığım yıllarım amcalarımın yazlık halk sinemasında mahalleli arkadaşlarımla gündüzleri saklambaç-topaç çevirme ve kovboyculuk oynayarak geçti. Yazlık sinema salonundaki tahta sandalyelere pek zarar vermeden oynardık. Akşamları ailece hangi film oynuyorsa onu izler, perdede görünen insanları perde arkasında zannederek onları arardım. Zaman içerisinde arkada kimsenin olmadığını ve yansımayla perdede oynadığını anladım. Oyuncu olacağım düşüncesi ilk kez yazlık sinemada başladı. Ev sinemaya yakın olduğu için her gece gider ve aynı filmi defalarca büyük bir keyifle izlerdim. 9-10 yaşlarında başlayan sinema aşkı beni oyunculuğa yönlendirdi.

2) Sinema kariyeriniz nasıl başladı? Hatırlıyorsanız, ilk set gününüzü anlatır mısınız?

1966-1968 döneminde Jandarma olarak vatani vazifemi yapmak üzere Diyarbakır’a gittim. Görevim şoförlüktü ve kademedeki arkadaşlara yardımcı olmak için her fırsatta onların yerine göreve ben giderdim. Niyetim şoförlüğümü geliştirmekti. Bir müddet sonra Lice Karakoluna görevli olarak gittim. Orada 7 adet atımız vardı. Arabanın gidemediği olay yerine atlarla gidildiği için ben hep karakolda kalırdım. Bir gün komutanım karakola geldi ve benim uzaktan dalgın dalgın yürüdüğümü görünce yanına çağırdı. Nedenini sorunca “Komutanım ben terhis olunca oyuncu olmak istiyorum, izin verirseniz ata binmeyi öğrenmek ve ben de sizlerle birlikte göreve gelmek istiyorum.” dedim. Amacım araba-at-silah  kullanmayı tam olarak öğrenmekti ve bunu anlatınca izin çıktı. 1968 yılında askerlik görevinden terhis oldum. Hedefim sinemanın kalbi olan İstanbul’a Yeşilçam’a gitmekti. 1968 yılının Eylül ayında İstanbul’a geldim. Yeşilçam sokaklarında dolaşmaya başladım. Zaman içerisinde Yılmaz Atadeniz’le tanıştım ve ilk kez Yılmaz Atadeniz’in yönettiği ‘Çakırcalı Mehmet Efe’ filminde oynadım. Filmde Kartal Tibet, Hülya Darcan, Yılmaz Köksal, Atilla Ergün, Reha Yurdakul, Süleyman Turan, Mehmet Ali Akpınar ve ben Yılmaz Bora...

*Fotoğrafı büyütmek için üzerine tıklayınız.

Bir sohbet anında Yılmaz Köksal ağabeyle konuşurken adımı soyadımı söyledim; zira gerçek adım Selami Yılmaz Göksal. Sinemada Bora soyadını kendime yakıştırmıştım. Yılmaz ağabeyde şakayla karışık ‘Ben Yılmaz Köksal, sen Yılmaz Göksal… En iyisini yapıp değiştirmişsin…’ dedi. Setin ilk sahnesinde Kartal Tibet’in arkadaşlarından birini oynuyorum. Kostüm Efe kıyafeti bu arada heyecandan dizlerim titriyor. Allah’tan film boyunca tek lafım var o da: “Efem burada da geçit yok.’’ Birbirinden usta oyuncularla oynamak onlardan bir şeyler öğrenmek için tüm boş vakitlerimi kamera arkasında onları izleyerek geçirirdim. Bu arada o repliği söylerken dizlerimin bağı çözüldü o anı ömrüm boyunca unutamam

7 filmde Yılmaz Bora olarak oynadım; Ringo Vadiler Aslanı, Zorro, Zorro Kamçılı Süvari, Ebu Müslim Horosani, Malkoçoğlu Akıncılar Geliyor, Osmanlı Kartalı… Rollerim dikkat çektiği için Amber (Kanlı Beşik) filminden sonra Yılmaz Şerif olarak başrollere kadar geldim. O sıralar moda olan cep fotoromanlarında da oynadım.

3) Ardı ardına oynadığınız filmlerde ne tür zorluklarla karşılaştınız?

Öncelikle sıkıntımız bonoları kırdırıp geçinebilmek ve kostüm almaktı. Dönem filmleri hariç diğer filmlerde tüm oyuncular role göre giyinirlerdi. Bir minibüs üstünde valizlerimiz hepimiz aynı arabada mekâna hareket ederken tek düşüncemiz kıyafetlerimizi kırıştırmamak ve bir an önce mekâna varmaktı. İnanıyorum ki tüm Yeşilçam emekçileri benim gibi düşünüyordur. Aklımıza ilk gelen şey mekâna yakın bir kahvehane olsun da sıcak çayımızı içelim. Çok zor şartlarda çekimler gerçekleştiriyorduk. Her şeyden önce 35’lik siyah-beyaz veya renkli filmler dışarıdan geliyordu ve pahalıydı. Özellikle film yakmamaya dikkat eder, elimizden geldiğince provaları çok yapardık. Kavga sahneleri dâhil tek çekimde işi bitirirdik. Sufle ile oynardık ve sonradan seslendirme yapılırdı. Dolayısıyla zorluklar para, kostüm ve film yakmadan oynamaktı. En büyük keyfim dublajdan sonra filmimi stüdyoda izlemek olurdu. Afişler ve lobiler basılır Türkiye genelindeki işletmelere gönderilirdi. Bazı filmlerimde galalara gider orada sahneye çıkıp halkın soracağı soruları cevaplardım ve bu en büyük mutluluğum olurdu. Sinema oyuncusunun özü sevdası aşkı seyirciden aldığı alkıştır.

4) Çalışma disiplini açısından kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Rolü üzerine düşünen bir oyuncu muydunuz yoksa her şey sette başlayıp sette mi bitiyor?

Yaptığımız işin milyonlarca seyirciyle buluşacağı ve o dönem Türkiye genelinde yazlık ve kışlık sinemaların 3.000 adet olduğunu düşünürsek özellikle sinemaların en az 1.000 veya 1.500 kişilik kapasitelerde olması bana göre her filmin kalabalık kitlelere hitap etmesi işimize disiplinli çalışmamız gereğini verirdi. Başarı, işi sevmek ve disiplinli çalışmayla kazanılır. Oynadığım her filmde bana verilen karakteri canlandırabilmem için senaryoyu defalarca okur, kafamda sahneleri canlandırır ve sete öyle giderim. Senaryodaki karakterlere uygun oyuncular seçilir, dolayısıyla kimse o karakterin dışına çıkamazdı. Her senaryoda farklı karakterleri oynamak mecburiyetinde olduğumuz için insanları etüt eder ve o karaktere göre beyazperdede canlandırırdım. Her filmde kendimi farklı bir karakter olarak görür ve mutlu olurdum.

*Fotoğrafı büyütmek için üzerine tıklayınız.

5) İzleyicilerimiz sizi ağırlıklı olarak hareketi bol filmlerden tanıyor. Oynadığınız önemli filmlerle ilgili anılarınızı ve sizin için ne ifade ettiklerini anlatır mısınız?

O dönemlerde bana verilen roller dram-avantür ve macera filmleri idi. Birkaç film hariç; Örneğin ‘Oku / Beşikten Mezara Kadar’ adlı bir köy öğretmenini oynadığım film, beni ilk okul yıllarıma götürdü. Çekimlere başlamadan önce tanıdığım öğretmen arkadaşlarımdan gerekli bilgileri alıp sete öyle gidiyordum.

‘Son Duanı Et’ isimli filmde bol kavga ve entrika vardı. Osman Fahir Seden yönetiminde Figen Han ve Eşref Kolçak’la beraber oynamıştım. Polislere yakalanmamak için bir evin balkonundan atlamam gerekiyordu. Kamera hazırdı ve bana komut verildi. Koştum balkonun kenarından kendimi yere bıraktım ama havada pantolonumun arası sökülmüş farkında değildim. Role kendimi epey kaptırmıştım… Osman Ağabey ‘stop’ demeye kalmadan ayaklarım yere değdi. ‘Hayırdır hocam?’ dedim, ‘Stop dediniz?’. Osman F. Seden gülerek ‘Yılmazcığım aynı pantolondan yedeğin var mı?’ deyince şaşırdım. ‘Yok hocam…’ dedim. ‘Mola…’ dedi, ‘Hemen Yılmaz’ı en yakın terziye götürün, pantolonu diksinler…’ Tabi en kısa zamanda sete kaldığımız yerden başladık.

Bir gün sete Tanrıdağ Film’den bir arkadaş geldi. Yönetmenle konuştuktan sonra yönetmen bana “Yılmaz arkadaş bir film teklifi için gelmiş sana, mola veriyorum git görüş” dedi. Tanrıdağ Film bol yılanlı ‘Şahmeran’ filmini çekecekmiş. Yılanların şahını oynayan kadın yılanlarıyla şov yapan birisiymiş. Benimle çalışmak istediklerini, eğer teklifi kabul ediyorsam akşam büroya gidip yılanlı kadınla tanışmamı ve uygun görürsem kontrat imzalamamı söyledi ve gitti. Tanrıdağ Film’e gittiğimde Melahat Gürses ve yönetmen Rahmi Kafadar karşıladı beni. Konuyu kısaca anlattılar. Birazdan yılanlı kadının gelip benimle tanışacağını söylediler. Bir müddet sonra isminin Semra Özgen olduğunu öğrendiğim hanımefendi geldi. İşin ilginç yanı görüşmeye beline yılanı dolayıp gelmesiydi. Kısa bir tanışmadan sonra anladığım bu rolü benden başka kimsenin kabul etmediğiydi. Melahat Hanım ikimizin uyumlu olduğunu söyledi. Yılanların sahibesi şöyle bir bana baktı ve dedi ki “Bu gördüğün en küçük Boa yılanı, daha büyükleri de var. Sen korkmayacak mısın benimle ve yılanlarla oynamaktan?’ Güldüm. ‘Siz korkmadığınıza göre benim korkmama bir neden yok.’ dedim. ‘Ben yıllardır yılanlarla şov yapıyorum ve şerbetliyim yılanlara karşı…’ dedi. Bir anda aklıma geldi, ‘Ben de aşureliyim…’ dedim. Gülüştük. Neticede 45 gün içerisinde ‘Şahmeran’ filmini bitirdim. Yeşilçam yıllarındaki anılarım ve farklı çalışmalarım kurutulmuş bir buket çiçek gibi anılarımda yer alır. Yaşanması gerekeni yaşadık… Ne mutlu ki o günleri görebildim ve bugünlere gelebildim. Geçmiş, geleceğin kılavuzudur.

6) Usta bir oyuncu olarak, “keşke oynamasaydım” dediğiniz ve “keşke o filmde ben de oynasaydım” dediğiniz filmler var mı?

Yeşilçam’da ‘keşke’lerim o kadar çok ki… Önceliklerim arasında maddi imkânsızlıklar yüzünden oynadığım 3 filmim ilk sırada yer alır.

Bunun yanı sıra aynı filmde rol almak istediğim oyuncu arkadaşlarım da var. Ama ne yazık ki kısmet olmadı. Bazen kendime sorarım acaba; ‘Keşke’siz bir hayat var mıdır?’ diye. Şimdi 1974 yılına dönmek istiyorum. Unutamadığım en önemli keşkem; İtalyan yönetmen ve yardımcıları Türkiye’ye, ‘Tom Braks-Üç Otuz Para’ filmini çekmek için bulunduğumuz platoya gelmişler. Dikkatimi çekti kendi aralarında bize bakarak bir şeyler konuşuyorlardı. Mola verdiğimiz için dinleniyorduk. Aralarından bir kişi yönetmenimizin yanına gelerek aralarında bana bakarak bir şeyler konuştular. Sonra yönetmenim bana seslendi “Yılmaz oğlum arkadaşlar İtalya’dan gelmişler, dikkatlerini çekmişsin seninle konuşmak istiyorlar yanlarına bir gidiver” dedi. Yanlarına gittiğimde yönetmen dedikleri arkadaş bir müddet bana baktı ve sonra İtalyanca yanındakine bir şeyler söyledi. Beni tanıştıran arkadaş “Yönetmenimiz fiziğini ve gözlerini çok beğendi, eğer imkânın var ise seni İtalya’ya davet ediyor. Bir müddet kurs aldırdıktan sonra seni kovboy filmlerinde oynatmak istiyor…’ dedi. Hayatım boyunca alacağım en güzel teklifti ama ne yazık ki mutluluğum kısa sürdü. Zira o dönemlerde elimize nakit para çok az geçiyordu. Maddi imkânsızlıklardan dolayı gidemedim. İşte benim hayatımdaki en büyük ‘keşke’lerimden biri… İşin tuhafı, çekmiş olduğumuz bu kovboy filmi ne yazık ki yarım kaldı. Hatıra olarak o filmin çekimlerden birkaç fotoğrafımdan başka hiçbir şey kalmadı.

7) Sitemiz sinemamızın Üçüncü Adam’ları, emektarları üzerine bir site. Bizler çalışmalarımızda sıklıkla, onların hak ettikleri değeri göremediklerinden bahsediyoruz. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Yeşilçam’da hiçbir film o güzel, iyi niyetli, mert Üçüncü Adamlar olmasaydı çekilemezdi. Ama ne yazık ki o güzel insanlar hak ettikleri değeri göremediler. Hayatlarının  en güzel yıllarını Yeşilçam’a veren arkadaşların çoğuyla ayrı filmlerde bir araya geldiğim için oynadıkları filmlerde yaptıkları fedakârlıkları inkar edemem. En iyi yumruk atan veya alan, en iyi düşen, en iyi dövüşen ve verilen rolleri hakkıyla oynayan o güzel insanlar ne yazık ki yaşlılıklarında mutlu değillerdi. Düşünebiliyor musunuz, sen ömrünü Yeşilçam’a ada ve karşılığında vefasızlık gör. Onlar ki oynadıkları her filmde ellerinden gelenin fazlasını vererek kan ter içinde rol yaparak ve bu zorluğa rağmen bana mısın demeden mutlu mesut evlerinin yollarını tutmuşlardır. Ne yazık ki günümüzde o güzel insanların kapılarını çalan hal hatır soran sizden başka kimsenin kalmamış olması aslında üzüntü verici. Onların bekledikleri sadece bu… Aramızdan ayrılan Üçüncü Adamlar da böyle vefasızlıktan, ilgisizlikten, bakımsızlıktan Yeşilçam’a ve hayata veda etmişlerdir…

8) Türk Sineması’nın dününü ve bu gününü değerlendirir misiniz? Sizce sinemamız neredeydi, şimdi nerede?

Dünü Yeşilçam’dır… O yıllarda çekilen renkli ve siyah beyaz filmler ne yazık ki para ve teknoloji bakımından imkânlar kısıtlı olmasına rağmen kaliteli oyuncular ve Üçüncü Adamlar sayesinde Türkiye genelinde halkımız tarafından alkışlarla izlenmiştir. Maddi imkânı olan prodüktörler haricinde, Türkiye’de bölge film işletmecilerinin senetleri sayesinde filmler çekilmiştir. Hatta aldığımız senetleri kırdırır geçimimizi  sağlardık. Senetler eksik kırılırdı ama Yeşilçam’ın dününde sinema aşkı ve disiplini ön plandaydı. Hiçbir oyuncu aldığı ücretin az veya çok olmasını önemsemezdi, oynadığı filmlerin iş yapması alkış alması onların en büyük mutlulukları olurdu. İşte bu inançla Üçüncü Adamlar her zaman Yeşilçam’da iş bulabildiler. Dün olmasaydı bugün olmazdı. Bugüne geldiğimizde dizi-film sektörü gelişmiş durumda. Televizyon kanallarına diziler çekiyorlar ve oynayan her oyuncu nakit parasını alabiliyor. Set imkânları olabildiğince rahat… Kostüm sıkıntısı, yemek sıkıntısı yok. Bu nedenle güzel imkânlar sonucu ortaya güzel diziler ve filmler çıkıyor. Ne mutlu ki bugünleri gördük ve bu sektörün içerisindeyim. Önemli olan dünü unutmamaktır.

9) Yılmaz Şerif olarak, hayal ettiğiniz yerde misiniz?

Hayalim Yeşilçam’da olmaktı; Oldum. Belirli bir yere geldim. Şükürler olsun ki bugün dizilerde ve filmlerde kendime yakışan rolleri  canlandırıyor ve ben de büyük tutkuyla bağlandığım oyunculuğa devam ediyorum. Tümay Özokur ajansım sayesinde yavaş yavaş tekrar tanınıp işime dört elle sarılıyorum. Allah’ın verdiği ömür boyunca, çalışabildiğim kadar setlerde olmak istiyorum. Umarım bu en son hayalim gerçek olur. Biliyor musunuz, sinema hayalin ta kendisidir! İşte bu düşünce içerisinde var olabilmek için çalışıyorum ve bundan çok keyif alıyorum. İyi ki Yeşilçam’dan sonra böyle güzellikler görebildim ve bu güzelliklerin içerisindeyim.

10) Sitemiz aracılığı ile bu mesleği yapmak isteyen okuyucularımıza söylemek istedikleriniz var mı?

Mesleğimiz bir sevda işidir. Çok sevmek lazım… Bu konuda beni etkileyen atasözüyle devam etmek istiyorum; Sabır en büyük ilaçtır, başlangıcı acı sonu tatlıdır.

Oyunculuk sabır işidir. Öncelikle sabırlı olmasını öğrenmek gerekir. Yaşı ne olursa olsun yetenekli ve güzel insanlara sektör her zaman kapılarını açar. Yeter ki içinizdeki kabiliyeti dışarı yansıtmasını bilin. Günümüzde ders veren eğitim kurumları ve özel yerler var. Kamera önü oyunculuk, senaryo okuma teknikleri, dövüş sanatları gibi oyunculuk için gerekli olan dersler verilmektedir. Eğitimli olarak mesleğe adım atarlarsa ve yetenekleri varsa neden olmasın? Cümlenin başında vurguladığım sabır, burada meyvesini verir. Tüm oyuncu olmak isteyenlere başarılar  diliyorum.

Değerli Erhan kardeşim, bu vesileyle geçmişten günümüze kadar Yeşilçam’a emek veren ve aramızdan ayrılan güzel insanlara Allah’tan rahmet, yaşayanlara da sağlık, mutluluk ve huzur dolu yaşamlar diliyorum.

Üçüncü Adam sayfanızı candan kutluyor, başta siz olmak üzere, emeği geçen her dosta saygı ve selamlarımı sunuyorum.

Sayfanız hep canlı kalsın

Hoşça kalın

_________________

Yılmaz Şerif

14.10.2016 / Mersin

 

.::Türk Sinemasından Unutulmaz Kareler -14-::.

*Fotoğrafa tıklayarak büyütebilirsiniz.