KONUK YAZARLAR

Sevgili Üçüncü Adam okurları merhaba.

Bu yeni sayfamız ile, sizlerin de sinemamız üzerine yazmış olduğunuz yazılarınızın yayınlanacağı bir alan yaratmak istedik. Bu sayfa ile, çeşitliliğe ve farklı görüşlere/kalemlere yeni bir söylem alanı açmış bulunuyoruz.

HAYDİ SEVGİLİ OKUR, BU KEZ KALEMİNİ AL DA GEL!!!

Yayınlamak istediğiniz sinema yazılarınızı 3uncuadam@gmail.com adresine yollamanız yeterli.

Katılımlarınızı bekliyoruz.

*İstikrarlı bir şekilde yazılarını bizlerle paylaşan değerli takipçilerimizi Üçüncü Adam yazar ekibine almak ilk hedefimiz. Şimdiden ellerinize sağlık.

______________________________________________________

Sevgili Üçüncü Adam okurları merhaba. İlk konuk yazarımız yazısını yolladı ve bize de keyifle yayınlamak düştü. Buyurun siz de aynı keyifle okuyun bu kısa ama güzel yazıyı…

İlk konuk yazarımız Sinem Çalış.

Yazısının adı:

-BİZE SEVMEYİ ÖĞRETEN FİLMLER -1-

Daha dün seyrettim Mavi Boncuk filmini. Kiminin aklında aşk hikayesinin kaldığı, kiminin aklında şarkılarıyla yer ettiği bir Ertem Eğilmez filmi…

Kimilerinin Emel Sayın’a körkütük aşık olduğu, kimilerinin Tarık Akan’a deli divane olduğu film. İzlerken rol olmadığına o kadar inanıyorsunuz ki; ağlıyorsunuz, isyan ediyorsunuz, mutlu oluyorsunuz. Her seferinde düşünüyorum neden defalarca izlememe rağmen yine aynı hevesle izliyorum diye. O içtenliktir belki beni bağlayan, o temiz insanların dünyasıdır beni keyiflendiren belki, bir sahnesinde açan güneşli bir hava bile olabilir bahsettiğim şey ya da sek rakıların acıyı dağıtırcasına tokuşturulması… Böyle filmlerde illa kendinizden bir şey bulmanız gerekmiyor. Bambaşka bir duyguya şahit olup, hissetmeyi öğreniyorsunuz. Sevmek bir kişiyi, bir şeyi böyle başlıyor aslında…

Aslında esas mesele sevgi büyük ihtiyaç şu dünyada…

SİNEM ÇALIŞ

___________________________________________________________

İkinci konuk yazarımız Yaşar Kaba. Kendisi yazılarını www.istanbulflash.com adlı sitede yayınlamakta. Yazı Kasım ayında kaleme alınmış ama önemli bir konuya değindiğinden, ekibimize yollanmış bu değerli yazıyı yayınlamak istedik. Yaşar Bey’in ellerine sağlık. Sizlere de keyifli okumalar efendim.

Her Şey Olmuşlar Ama...
17 Kasım 2011 Perşembe Saat 19:02

Sevgili dostlar geçtiğimiz günlerde Türk sinemasına yaşamını adamış en az 4
kuşağa mal olmuş, onların acısı, tatlısı, aşkları, kahramanları olmuş
sanatçılarımız Film-san Vakfının düzenlediği Türk sinemasının 97. Yılı
etkinliğinde bir araya geldiler.

Onları hala ayakta görmek, onların yurt ve yurttaşlık sevgilerini
hissetmek, gerçekten görmeye değerdi.

Belki de gecenin tüm anlamı 88 Yaşında hala memleket ve sanat sevdasıyla
ulu bir çınar gibi kürsüye gelen Tekin Akmansoy‘ du. Bizler onu meşhur
“Kaynanalar” dizisiyle özdeşleşen Nöri Gantar olarak tanırız.

Cumhuriyetle yaşıt.

Sanki salonda bulunan cumhuriyet yıldızlarının öncüsü, karanlıklar içinden
yeryüzünü aydınlatan yıldızlar kümesinin ilk ışığı gibi, ardında yıldızlar
kümesini oluşturan Ediz Hun, Hülya Koçyiğit, Levent Kırca, Oya Aydoğan, Ahu Tuğba, Neşe Aksoy, Sevtap Parman, Engin Çağlar, Leyla Sayar, Nilüfer Aydan, Enis Fosforoğlu, Deniz Akbulut, Güngör Bayrak, Erkan Özerman, İbrahim Gayberi, Yahya Doğu Demir, Ahu Gümüşkemer, Almula Merter, Yılmaz Atadeniz, Fatma Karanfil, Tolga Savacı, Erol Tezerel, Tuğrul Meteer, Necip Sarıcı, Agah Özgüç, Tekin Akmansoy, Serpil Örümcer, Halit Akçatepe, Devlet Devrim, Yavuz Karakaş, Yalçın Gülhan, Seden Kızıltunç, Reyhan Ataman, Levent Aykul, Arif Güngör, Lale Belkıs, Ateş Böceği Yalçın, Parla Şenol, Deniz Erkanat, Bahar Öztan, Erden Alkan, Merih Akalın, Aram Gülyüz, Saadet Gürsel, Selvi Nalan Varol, Bora Gencer, Sevgi Birsel, Gülsüm Öz, Osman Mırız, Nurcan Sabur, Muammer Kapucuoğlu Serpil Tangüner gibi bir çok önemli isim.

Tekin Akmansoy’ u TBMM 86. Kuruluş yılında Şeref madalyası ve Rozeti
vererek onurlandırmış.

Sahneye çıkıyor, enerjisinden ve sempatikliğinden hiçbir şey kaybetmemiş
ama üzgün ve kızgın, orada bulunan tüm takım arkadaşları adına, herkeste
bir burukluk var. Türkiye Cumhuriyetinin tarihinde ve tüm zamanlarında,
tüm dünyaya sinema, tiyatro ve birçok sanat eylemini bin bir zorluğa rağmen
başaran bir yıldızlar kümesinin hüznü.

Çünkü salonda bir tek devlet erkânı yok.

Davet edilmişler.

Ard arda telgraflar okunuyor, herkesin bir mazereti var. Çok yoğunlar.

Akmansoy içini çekiyor, tavana bakıyor, salona bakıyor ve sonunda başlıyor
kısa konuşmasına başlıyor. “72 yıldır sanat yapıyorum 88. Yaşıma geldim, heyecanımdan hiçbir şey kaybetmedim, hayatta kalan arkadaşlarımın çoğunluğu bu salonda Allah’ıma şükürler olsun onları bir arada görme onurunu bana verdi. Bu salondaki arkadaşlarım sanata bin bir güçlükle bir ömür verdiler. İlerlemiş yaşlarına rağmen birbirini dünya gözüyle bir defa daha göreyim diye koşarak geldiler. Ama kültür bakanımızın Romanya programı varmış, Romanya orada kaçmıyor, gelmeyebilirsin ancak telgrafta gönderme ağrıma gidiyor, lütfen gelmiyorsanız telgraf göndermeyin, meclis bana rozet taktı, bir şey demiyorum onu onurla taşımaya devam edeceğim çünkü o Atamın mührüdür bu böyle biline” diyor.

Evet sevgili dostlar koca çınar gösterilen vefasızlık tan dolayı üzgün sahneden ayrılıyor.

Geceye bir tek kamu görevlisi katılmıyor ne bakan, ne vali ne kaymakam, ne de bir belediye başkanı, halbuki onlar on kişi görseler koşar adım giderler.

Onları bu geceye katılmamaya iten neydi acaba?

Yoksa cumhuriyetin bu aydınlık yüzlerinin, kendilerinin kararmış dünyalarını aydınlatmasından mı korktular?

Yoksa, cumhuriyetle yüzleşmekten mi?

Cumhuriyetin makamlarında oturanlar bence oturup bu ayıbıyla yüzleşmeliler.

Efendiler.. Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz; hattâ reisicumhur olabilirsiniz. Fakat bir sanatkâr olamazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim… (1930)

Mustafa Kemal Atatürk

Evet Atamın dediği gibi makam sahibi olmuşlara ama…

Sanatı ve sanatçısını baş tacı eden güzel bir ülke dileğiyle sevgiyle kalın.

YAŞAR KABA

_____________________________________________________

ESKİ(MEYEN) FİLMLERE DAİR

   Bir başka dünyadır benim için yeşilçam filmleri. Çocukluğumun ilk yılları yani seksenli yıllarda tanıştım bu filmlerle, o zamanlar henüz özel kanallar yoktu ve hatırladığım kadarıyla trt bir kanalında öğle sonrasında oynardı ilerleyen zamanlarda da trt iki de değerli yazar ve sinema eleştirmeni Rekin Teksoy’un tanıtımıyla arada sırada oynardı iyi ve kötü rol oyuncularıyla. Başka bir havası vardı bu filmlerin. Şimdilerde halen de büyük zevkle izliyorum.

   Dostluğun, dayanışmanın paylaşımın vb. erdemlerin sürekli vurgulanması insani ilişkilerdeki duyarlılıklar, içtenlik, aşk yine kötü olanın topluma, izleyenlerine iyi olarak değil kötü olduğu bilincinin oluşturularak sunulması, sosyal ilşki ve değerlerdeki çarpıklıkları, yozlukları gerek dramatik gerekse mizahi olarak hicvetmesi sokaktaki insana küçüğünden büyüğüne kadar bunları öğretmesi gerçekten önemli şeylerdir. Yeşilçam eğrisi doğrusuyla bizim sinemamızdır. Bir daha kolay kolay yeni bir yeşilçam emekçi oyuncuları mekanları, kurgularıyla velhasılı bütünüyle yeniden yaratılamaz. Ne yazık, birçok aydın, entele ve akademisyenlerce küçümseyici bir dille katı, elitist bir tutumla eleştirilerek sahiplenilmemiş hak ettiği ilgiyi görmemiştir. Oysaki Amerikan tarzı sanatsal içerikten yoksun sadece efektlerle zenginleştirilen birçok filmler bu şekilde değerlendirilmemiş ve gereksiz şekilde yüceltilmiştir. Her ne olursa olsun hakkıyla eleştiriye açık olarak bu sinema bizim. Emeği geçen yönetmen, senaristiyle, bütün oyuncularıyla Yeşilçamı unutmayacağız, unutturmayacağız…

Teşekkürler.

RECEP ERKAN

__________________________________________________________

TÜRK FİLMLERİNİN TADI

  Eski Türk filmlerinin tadından yenmeyen bir yanı vardır. İster o çağlarda yaşamış olun, ister şimdiki zamanın küçükleri, gençleri olun hepinizin hayatında bir yer edinmiştir. Bunun sebebi değerini hiç kaybetmediğinden, günümüzde de aynı heyecanla izlenmesi. En güzel yanı üzerinizde hep aynı etkiyi bırakması, her seferinde aynı kahkahaları atmak, aynı gözyaşlarını döküyor olmak. Nasıl olur da insan ezberlediği bu sahnelere sürekli aynı tepkiyi verir? Özellikle de günümüz filmleri teknik açıdan da bu kadar şanslıyken nasıl eskiler kadar etkili olamaz?

   Öncelikle insanlar şuan yaşadığı ortamı gördüğü için eskiler her zaman daha cazip gelir, eski mekanlar, eski şarkılar, eski aşklar… Ayrıca hepsinden önemli bir sebep var ki, o zamanların içtenliği… Şarkılar aşkı hissettirmez adeta birebir yaşatır. Sadece küçük ve tatlı bakışmalarla bu kadar büyüleyemez hiçbir şey. Onların gerçekliğinden hiç şüphe yoktur, inanırsınız. Bir de o zamanlar bu kadar çok şarkılar, filmler yoktur ve kolayca ulaşamazsınız hiçbir şeye o yüzden değeri daha bir başka bilinir. Geçmiş zamanların zor ama değerli olduğunun en büyük kanıtıdır Türk filmleri… Asla değerini kaybetmediğini, günden güne daha da değerlendiğini görürsünüz.Şu anda eski filmleri yeni mekanlar ve yeni oyuncular kullanarak çekmeye çalışsalar da insanlar merakından ve çok sevdiğinden ötürü izlemektedirler fakat eski nostaljik hava olmadığından tekrar tekrar izlenme sayısı azdır. İlk filmin tadını asla vermez.  Her şeyin hızla yaşanıp gülmelerin anlık olduğu bir çağda eskiye dönüş kaçınılmazdır.

ÖZLEM TOPALOĞLU

___________________________________________________________

SEN HİÇ KÖTÜ OLDUN MU?

  Türk sineması bu milletin her daim duygularını, ruhunu okşamış, onlarda derin izler bırakmıştır. Yakışıklı jön veya güzel kadınlar hep kıskanılmıştır veya özenilmiştir. Filmlerimizde bazı sahnelerde duruma göre başrol oyuncuları için gözyaşları dökülmüş, bazı sahnelerde filmin içine girercesine tepkiler verilmiştir. Bu tepkiler her zaman “iyiyi” oynayan oyuncuyu korumak için, “kötü” olana gününü göstermek istercesine yapılan eylemlerdi.

  Türk sinemasında milyonlarca kişinin hayranlığını kazanmış bir insanı öldürmek ya da ona zarar vermek için, rol icabı da olsa görev alan Türk sinemasının emektar kötü adamları…. Hüseyin Peyda zalim köy ağası, sevenlerin kavuşamaması için bütün kötülükleri yapabilecek kadar gözü kara, zalim insan Hikmet Taşdemir, Kemal Sunal gibi milyonları kahkahaya boğan birini nasıl öldürecekti?

  Erol Taş ve onun Cüneyt Arkın’dan dayak yemekten bıkmayan adamları ve niceleri sayılabilir. Bilenler bilirler, bir televizyon programında Nuri Alço bizzat kendisi anlatmış, İstiklal Caddesi’nde “O kıza nasıl kıydın?” diye kalabalık bir gruptan dayak yemiştir. İnsanların bu kadar içselleştirdiği kişilere zarar vermek, kolay iş olmasa gerek.

  Peki bu insanlar normal yaşantılarında nasıl kişilerdi? Hep kötülük peşinde koşan acımasız insanlar mıydı? Elbette hayır… Onlar da bizler gibi sıradan rutin hayatlarını yaşayan kişilerdi. Böyle bir durumda tamamen zıt bir kişiliğe bürünmek, eli kanlı bir katil ya da bir tecavüzcü olmak, masum insanlara zarar vermek ve bunu gerçekçi bir görüntü haline getirmek kesinlikle zor bir görev ve herkesin yapabileceği bir şey olmasa gerek. Kemal Sunal’ın ya da Şener Şen’in eli kanlı bir katil olduğu düşünüldüğünde, pek de mantıklı bir tercih olmadığını hemen anlayabiliriz. Bu biraz da insanların dış görünüşü, hatta bakışları, yüz hatlarıyla ilgili bir durum diyebiliriz rahatlıkla…

  Nasıl Türk sinemasında Kemal Sunal komik bir yüz ifadesi olduğu için komedi filmlerinin duayeni konumuna geçmişse, aynı durum Şener Şen ve diğer oyuncular için de geçerlidir… Erol Taş, Hüseyin Peyda, Nuri Alço ve Hikmet Taşdemir gibi değerli oyuncularımız da, sinema tarihi boyunca insanlar tarafından hep kötü bir gözle bakılacak konumda emeklerini sunmuşlardır. Belki hiç sevilmediler, belki hep unutuldular, belki sokakta tepkiyle karşılaşıp fiziki müdahalelere maruz kaldılar ama unutulmaması gereken, Türk sinemasına yıllarca tat katmış, Üçüncü Adam’lardı onlar…

BURHAN ACAR

_____________________________________________________________

‘RECEP BÜLBÜLSES’ ÜZERİNE BİR GÜZELLEME

‘Recep…’ dedim, ‘Biz seni 80’lerin ‘Emrah’ filmlerinden tanıyoruz. Parlak bir taytın vardı. Makyajın, aşırı abartılı eşcinsel jestlerinle Emrah’ın annesi/ablası/ kardeşinin düştüğü genelevlerin mutlu çaycısı/ortacısıydın. Sonra Gelincik’de yaşlı/zengin adamın tıfıl sevgilisiydin. En son Serpil Çakmaklı’nın ‘Matild Manukyan’ biyografisi “Patroniçe”de yine genelevdeydin. Bir de Hemşo’da filan göründün. Başka da bilmiyorum.’ dedim.

‘Olur mu abi?’ dedi, ‘Asıl ben TRT dizisiyle başladım. 4.Murat’ta Genç Osman’ı oynadım.’ dedi.

‘Ama…’ dedi, ‘Emrah büyürken filmleri de değişti, diğer figüranlar gibi ben de erken emekli oldum. Emrah için artık ezilen üzülen çocuk rolleri yerine, varlıklı genç kızların gururuna erdemine hayran olduğu fakir delikanlı rolleri yazmaya başladılar. Artık yakın akrabalarını genelevden toplamıyordu, uyarlama senaryolu filmlerde ya motosikletli delikanlı (Yasak Sokaklar = West Side Story), ya sahil şehrinde barmen (Yalnız Güneş Şahitti = The Coctail), ya da üniversite öğrencisiydi (Sensiz Olmaz). Figüranları da artık kahvehaneden değil katalogdan seçiyorlardı.’

‘Ee…’ dedim, ‘Nasıl hayatta kaldın o kadar zaman?’

‘Bir süre Kıbrıs’a gittim geldim, sağda solda şarkı söyledim, rastladıkça da kamera kovaladım dedi. Sonra televizyoncular reyting için kurban ararken, bir kenarda bıkmadan “ünlü olmak istiyorum” diye zıplayıp duran beni fark ettiler. Ben de ünlülerin magazin görüntülerini renklendirecek bir kaçıktan fazlası vardı; eziktim, çirkindim, düşmüştüm, ama hala neşeliydim. Beni izlerken hem üzülüp kendi halinize şükredip, hem de gülebilirdiniz; bulunmaz bir nimettim anlayacağın’ dedi.

‘Seni televizyonlarda çok görüyoruz artık’ dedim.

‘Doğru.’ dedi. ‘Fash Tv sağ olsun. Bir de uydu kanalları… Bazen çok sapıtıyoruz ama televizyoncular öyle istiyorlar.’ dedi.

‘Sinemayı özledin mi?’ dedim.

‘Ne özlemesi, artık kendi filmlerim var benim.’ dedi. ‘Hem bu kez genelevde de değilim. Recep İbibik (2008), Oturak İmparatoru Recep (2009), Palyaço Recep (2010)… Filmler harika değil ama televizyonlardaki dizilerin çoğundan da kötü sayılmaz.’ dedi.

‘Sen asıl şarkı söylüyordun, oradan bir şey çıkmadı mı?’ dedim.

‘Çıkmaz mı?’ dedi. ‘Özeti boş yere mi Bülbülses yaptık! Faruk K.’nın Honki Ponki’sine çok benziyor ama artık kendi şarkım da var. Ama onda da yüzüm gülmedi, yazdıkları şarkıya bak dedi: Ben üşüdüm, ben üşüdüm, ben üşüttüm.’

‘Recep biz seni seviyoruz.’ dedim. ‘Ajdar’a filan on kere tercih ederiz.’

‘Sevin ama biraz saygı da duyun.’ dedi. ‘Şu memlekette kim herhangi bir şey için benim kadar çaba sarf etmiş, sebat etmiş, ısrar etmiş ki?’ dedi. ‘Analar babalar beni örnek göstersin çocuklarına.’ dedi.

‘Levent Kırca gibi didaktik bağladın ya mevzuyu, aşk olsun…’ dedim.

‘Ne yapayım abi?’ dedi, ‘Genç Osman’la başladık, şu geldiğimiz yere bak!’

Meraklısına:

Ben Üşüdüm: http://youtu.be/RBRMQOIZG40

Recep İbibik: http://youtu.be/2L3gWHrkGJ4

Oturak İmparatoru Recep: http://youtu.be/fgIMNi3gY8M

Palyaço Recep: http://youtu.be/PeC93JJvBJQ

Gelincik: http://youtu.be/ob8RKyT9vDk

Patroniçe 1: http://youtu.be/h63UAkwUD2c

Patroniçe 2: http://youtu.be/POYA6DASlqI

Ajdar/Sisi/Recep: http://youtu.be/QVBVwqo9olw

ENGİN POLAT

_____________________________________________________________

EROL GÜNAYDIN’IN ARDINDAN

“İnsanlar hayatımın en büyük serveti. Bütün gezdiğim yerdeki insanlara hep sevgiyle baktım, onlardan da sevgi gördüm. Kimseye kızamadım, herkese hak verdim. Belki bu sevgi dağıtımı beni çok mutlu ediyor. Bu sevgiyle belki bana hayat verdiler, nefes aldırdılar. Her zaman gülüyorum, gülümsüyorum. N’apayım…”

Erol GÜNAYDIN

‘İki kalas bir heves’ adlı kitabında böyle diyor büyük usta. Büyük küçük demeden ona neden hayran kalınır anlatıyor aslında sadece bu beş cümle ile. Onu sevmek için, ille de bütün oyunları izlemek gerekmiyor onu yakından tanımak ve saatlerce konuşmuş olmakta gerekmiyor. Gülen gözlerini görmek sıcak konuşmasını bir kere  duymak bile yetiyor..

Bir oyununda tekerlikli sandalye ile sahneye çıkmak zorunda kaldığında “kusura bakmayın ayağa kalkamıyorum” dediğinde dört bin kişi ayakta alkışlamış büyük ustayı … Okuyunca bile tüyler ürpertiyor bu koca sevgi.


Yaşarken değeri bilinmiyor böyle insanların, zira onlar isimlerini zirvede tutmaya değil, iyi işler yapıp sanat yapmaya çalışıyorlar. Ondandır ki böyle günlerde sahte insanlar su yüzüne çıkıveriyor. Sahipleniyorlar, ilginçtir değere biniyor büyüyor bir anda. Yaşarken olması gerekenleri, her şey bittikten sonra kıymetlendiriyorlar. Sanatseverler olarak değil bir insan olarak böyle değerleri, değerli insanlarımızı yaşatmalı ölümünden sonra bir kenara atmamalıyız..

Ne kadar gerçek olsa bile inanamıyor insan böyle birinin gittiğine. Aslında artık olmayışı tiyatronun bitimini değil bir devrin kapandığını gösteriyor bizlere. Yeri doldurulamayacak sanatçılarımızı yaşatmak ise biz halka düşüyor.

Oynadığı oyunlar, diziler, video klipler, seslendirmeler.. Gördükçe yüzümüzün güleceği elimizde olan kıymetli değerler. Sıcacık gülümsemesi tatlı mı tatlı konuşmasıyla iç ısıtan yeri doldurulamayacak büyük insan Erol GÜNAYDIN!

Nur içinde yat, mekanın cennet olsun…

Heykellerimize bile ucube gözüyle bakılan ülkemizde sanata ve sanatçıya değer verilmesi dileğiyle saygılar..

Hazal ADIGÜZEL

_______________________________________________________

“YA ONLAR DA OLMASAYDI?”

Hayat, insana ummadığı bir anda beklemediği acılar, mutsuzluklar, beklenmedik kazalar, acı ölümler, en sevdiklerini kaybetme gibi bir sürü istenmedik olaylar yaşatır. İnsan bünyesi gereği bunları kaldırması zor diyecek kadar ümitsizdir. Neden yaşadığınızı bilmediğiniz olaylar sizi hayattan soğuturken sizde artık kendinizi salmaya başlarsınız. Hayata gelişi güzel, ne gelirse Allahtan geliyor mantığıyla biraz daha sarılırsınız. Her ne kadar acı çekiyor olsanız bile bazı şeyleri kabullenmenin verdiği ıstırap sizi bu hayatın en mecra kuyusuna atıverir. Sorgularsınız kendinizi; ben onca şey yaşarken bir de hayatın verdiği bu ıstırap neyin nesi? Hemen acı bir duygu içinde düşünmeye başlarsınız ama bunun cevabı o kadar kolay bulunabilecek bir şey değildir… Sonra hayattan zevk almaya çalışırsınız. Kiminiz bunu başaramaz çünkü o kendine vakit ayırmak istemez. O yüzden artık her şey bitsin ister. Mutlu olmaya çalışanlar ise artık hayatlarını etkileyecek bir kararın ilk evresine gelmiş bulunmaktadırlar. O an karşımıza her gece ailece akşamları izlediğimiz Türk filmleri gelir…

Sahi ya ne güzel günlerdi onlar… Annelerimiz “Oğlum-kızım uyuyun, yarın okul var…” laflarını bir bir sıralarken, biz 5 dakika daha izlemek için peş peşe sıralamıyor muyduk? Her akşam Türk sineması izlerken o zamanlarda yaşadığımız mutluluğu, bugün yetişkin bireyler olarak yaşayabildik mi? Hani küçükken annemiz çayımıza su ilave ederdi, ılık içelim ağzımız yanmasın diye… Tabi biz de bunun altında kalmayıp ‘anne ya ben büyüdüm’ laflarını üst üste sıralardık. Tekrar sormak lazım kendimize, o mutluluk bir daha uğrar mı bize? Ya da biz bulur muyuz tekrar mutluluğu? Şaban, Şener Şen, Keloğlan, Hababam Sınıfı, Kadir İnanır. Tarık Akan, Cüneyt Arkın v.s.

Ne çabuk unuttuk çocukluk filmlerimizi… Şimdiki  30  Milyon TL hâsılat kazanan, gişe rekorları kıran filmler, o çocukluk sinemalarımızdaki kadar mutlu edebiliyor mu bizi? Küçükken ailemizle izlediğimiz filmler, bugün kız arkadaşınız, karınız, dostunuz vs. onlarla izlediğiniz filmler ne kadar mutluluk verebiliyor size? Kemal Sunal’ın filmlerinde asla küfür duymadık. Yüzlerce defa izledik filmlerini… Bu akşam televizyonda oynasın o filmler, tekrar izleriz ve yine kahkaha ya boğuluruz. Peki ya insanları güldürebilmek için küfür eden oyunculara ne demeli? Çocuğunuzla birlikte izleyebiliyor musunuz onların filmlerini? Ya da 2 defa izledikten sonra tekrar izlemek istiyor musunuz? Büyük ihtimal ‘hayır’. Ben 12 yaşındaki kardeşimin, bu kişilerin küfürlerini duyup gülmesini, hatta böyle bu şekilde mutlu olmasını istemiyorum. Ne güzel bir laf değil mi; “Ne varsa eskilerde var…” Eskileri arar olduk… Mutluluğumuzu, eskilerde sıcak çay içtiğimiz, ayaz kış gecelerinde, odun sobasının karşısında bıraktık… Ah ah… “Ya  onlar da olmasaydı?”

LEVENT YÜREK

_______________________________________________________

İSİMSİZ YILDIZLAR

Yeşilçam Sineması’nın tarihinden uzun uzun bahsedip sıkmayacağım sizleri. Daha çok Yeşilçam’ın en az başrol oyuncuları kadar ehemmiyetli olan karakter oyuncularından, figüranlarından bahsedeceğim.

Kimdir bu adları bilinmeyen ama başrol oyuncuları kadar ünlü, sayısız filmde yer almış İsimsiz Yıldızlar? Her birinin yaşam öyküsü aşağı yukarı benzerdir. Zor bir yaşantıdan gelmişlerdir ve maalesef aynı şekilde yaşamları sona ermiştir.

Peki, neden ‘İsimsiz Yıldızlar’ başlığını uygun gördüm? Zira onlar gerçek isimleriyle değil de rolleriyle dimağlara yerleşmeyi başarmışlardır. Seyirci, Yadigâr Ejder ismini değil de, Kemal Sunal filmlerinde her defasında dayak yiyen iri yarı adamı bilir. Nubar Terziyan’ı değil de, Sezercik’e yardım eden yaşlı, sütçü amcayı tanır.

Her biri yüzlerce filme imza atmıştır. Lakin günümüzdeki oyuncular gibi astronomik rakamlar kazanamamışlardır. Üstüne üstlük içlerinden bazıları oynadıkları kötü rollerden ötürü saldırılara bile uğramışlardır. Bu türden nahoş olaylar bile onların ne kalitede oyuncular olduklarını gösterir niteliktedir. O denli harikulade oyunculuklar çıkarmışlardır ki, seyirci gerçekle ayırt edememiştir.

Yeşilçam’ı Yeşilçam yapan bu İsimsiz Yıldızlar, bu dünyadan da isimsiz bir şekilde sadece görüntüleri hafızalarda yer alacak şekilde göç etmişlerdir. Son günlerini açlık ve sefaletle geçirmiş olmaları Yeşilçam seyircisinin vicdanında derin yaralar bırakmıştır.

Şan, şöhret zamanlarında kitleleri peşinden koşturan gerçek starlar maalesef yalnızlıklarına terk edilmişlerdir. Bu İsimsiz Yıldızlar’ın çoğu gitti bu alemden lakin onlar gönüllerde birer star olarak yaşamayı sürdüreceklerdir.

ABDULKADİR ÖZSOY

twitter.com/23OZSOY

________________________________________________________

KEMAL SUNAL FİLMLERİ ÜZERİNE

Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük komedi üstatlarından birisidir Kemal Sunal. Şüphesiz ki bu topraklar üzerinde yaşayan hemen hemen her birey bu fikre sahip durumdadır. Çektiği bütün filmlerinde farkını ortaya koymayı başaran efsane aktör, iyisiyle kötüsüyle insanımızın içinde bulunduğu her dönemde filmleriyle toplumun aynası olmuş, en kötü dönemlerimizde dahi yüzümüze gülümsemeyi yakıştırmayı bilmiştir. Kimi zaman yasaklanmış, kimi zaman toplatılmış filmleri lakin üstat asla yılmamış, geri adım atmamıştır. Çoğu zaman gülmekten katıldığımız bu birbirinden eşsiz filmleri biraz daha dikkatli incelediğimizde, her bir filmin altında yatan toplumcu gerçekçi yapıyı görebiliriz.  İnsanları ezen, hakkını yemekten geri durmayan acımasız düzene karşı gülerek ve güldürerek tepki göstermiştir. Kimi zaman ağalık düzenin, kimi zaman patron zulmünü ve kimi zaman da işçi sıkıntılarını dile getirmiştir ünlü aktör. Bazen de sadece sevmenin, sevginin saflığını, temizliğini göstermiştir bizlere. Saf Anadolu çocuğunun aslında ne kadar da bilgili ve yetenekli olduğunu, herkesin kaybedeceğini düşündüğü en olumsuz anlarda bile saflığıyla her zorluğun üstesinden gelinebileceğini izleyiciye gülerek öğretmiştir.  İhsan Yüce’nin harikalar yaratan kalemi, Şener Şen’in kendine has, eşsiz oyunculuğu, Adile Naşit’in tonton duruşu ve Kemal Sunalın komedi zekâsı…

Tüm bu unsurlar bir araya geldiğinde, toplumun acıyan yarası bir- bir buçuk saatliğine de olsa diniyor.  Kemal Sunal filmleri sadece gülünüp geçilesi filmler değildir ve asla olmayacaktır da. Kemal Sunal filmleri, bu toplum içinde süregelen birçok haksızlığa, pişkinliğe, adaletsizliğe baş gösteren bir yapı içersinde ölümsüzlüklerini ilan etmiş birer başyapıttır. Her yaştan insanın dilinde pelesenk olmuş replikleri yıllardır asla unutulmaya yüz tutmamış, her daim canlılığını ve komedi etkisini sürdürmektedir. Bir adamın ekstra hiçbir şey yapmadan sadece kaş hareketleriyle hem nasıl ağır bir kabadayı olabileceğini, hem de nasıl bir komedi yaratabileceğini gösteren yegâne oyunculardan birsidir. Her filmi tek tek incelenip üzerine tezler yazılmayı hak ediyor. Toplumun belleğinde Kemal Sunal denildiğinde, sadece ‘Şaban’ ismi uyanmaması gerektiğini, filmlerinde bize verdiği, anlatmak istediği birbirinden anlamlı mesajların da var olduğu anlatılmalıdır.

SÜLEYMAN YAKUPOĞLU

13 responses to “KONUK YAZARLAR

  1. çok güzel bir yazı olmuş tebrik ediyorum. çok içten olmuş.

  2. Alican TÜZMENER

    cok guzel olmus basarılarının devamını dilerim

  3. Bütün içtenliğini yansıtmışsın kutluyorum !!

  4. Basrilarinin devamini diliyorum.insan sanatci olsun olmasin oldukten sonra saygi duyulmasi kiymeti bilinmesi cok aci.saygilarimla.

  5. Teşekkür ederim hayattayken bile kıymet bilinmez bazen saygılar benden ..

  6. Hazal hanım yazınızda sanata ve sanatçıya önem,kıymet değervs verilmesini umduğunuzu niteler tarzda hisler sezdim .Malesef ne zaman konu sanat veya sanatçı olsa herkesin dilinde 3 kelime “sanata sanatçıya kıymet” diye ama kime söyleniyor ki bu sözler biraz kendimize bakalım en son türk sinemasında oynayan birini ziyarete gittik ? ne zaman korsan olmayan bir türk sineması sanatçısı ürünü aldık ? Yazınız için yüreğinize sağlık sevgi ve saygılarımla.

  7. Türk sinemasında oynayan birilerinin ziyaretine gidince değer vermiş olmuyoruz zaten illede görüp tanışmış olmak gerekmiyor. Gerek bu yazılar gerekse televizyonda filmlerinin dönmesini sağlamak, adını yaşatmak yeterlidir diye umuyorum nacizene fikrim budur, teşekkürler.

  8. bende 27 yaşındayım babam rahmetli polis memuruydu. anlatırdı bekarken hulusi kentmenle aynı apartmanda otururlarmış ne zaman babamı görse eve girerken falan tavla oynamaya çağırırmış hepte koltuk altına verirmiş tavlayı babamın öyle derdi 🙂

Yorum bırakın