Tag Archives: zagor

.::Sinemamızın Unutulmaz Kavgacısı Hasan Yıldız: ‘O yıllarda, o filmlerde, o kadar rollerde oynamışız, sigortalarımız yatmamış… Gençlikte bunu araştırmamışız, bakmamışız, düşünmemişiz… Yaşlanacağımızı da düşünememişiz… Bir yaşlandık, baktık sosyal güvencemiz yok…’::.

Hasan Yıldız: 1963 yılında, Adana’da, ‘İkisi de Cesurdu’ filmi çekiliyordu. Başrollerini Samim Meriç ve Yılmaz Güney oynuyordu. İşte bir arkadaşımın vasıtası ile teknik ekiple görüştük. Yani ufacık da olsa bir görüntü ile o filmde kamera karşısına geçtim. Hayatımda ilk defa sinema kamerasını orada gördüm. Benim sinemaya başlangıcım o filmdir. O gün bugün hala sinemadayım. 1963-2012…

Ondan sonra da 6 ay kadar tiyatro eğitimi aldım. Adana Şehir Tiyatrosu’nda. Sonra 1965 yılında Adana Şehir Tiyatrosu’nda sahne aldım. Adana Şehir Tiyatrosu’nun kapanması ile devlet tiyatrosu oluştu ve tüm kadrolar doldu. 1966 yılında kurulan Adana Sanat Tiyatrosu’nda sahne aldım. 1967’de de İstanbul’a geldim. Yeşilçam’a girdim ve filmlerde oynamaya başladım. Tabi ki ufak tefek roller, figüranlıklar…

Hasan Yıldız - Bülent Kayabaş

2 yıl, hayatımı sinemada öyle sürdürdüm. Baktım figüranlıktan öte bir adım yukarıya çıkılmıyor… Tabi o dönem Yeşilçam’da filmlere girmek, sinema filmlerinde oynamak, birtakım şirketlerle buluşabilmek, sinema oyuncuları ile görüşmek biraz yani zordu yeni gelenler için… Öyle kolay olmuyordu, hemen girilmiyordu. 1969 yılında, Ekspres Ekstra Gazetesi’nin hazırlamış olduğu artist yarışmasına katıldım. Türkiye genelinde 3000 kişinin katılımında, resim elemesine kaldım.

Sonra Açık Hava Tiyatrosu’nda 5000-6000 seyircinin huzurunda canlı eleme yapıldı. Canlı elemede de finale kaldım. Gazetenin tabi birtakım firmalar ile anlaşması vardı. Finale kalan yarışmacıları, artist olarak oynatacaklarına dair sözleşmeleri vardı. 10 firma ile de anlaşmaları vardı sanırım. Örneğin bir sene boyunca, o firmaların her oynayacaksın. Ben zaten o zamana kadar tek bir filmde oynadım. Zaten bir filmde oynayınca diğer film teklifleri hemen geliyordu. Ondan sonra da arkası geldi. Ve 1976 yıllarına kadar öyle yardımcı oyuncu olarak oynadım. Mafya adamı, mafya babası, jönün arkadaşı, ikinci başrol, kötü adam, iyi adam… Ben rol seçmeden, her projede, her rolde oynadım. Yani 1970’lerden 1976 yılına kadar oynamadığım bir film çok nadirdir. O yıllarda zaten yılda 200, 250, 300 film çekiliyordu. Biz de en az 100–150 filmde oynuyorduk. Düşünebiliyor musun, oynadığımız filmlerin miktarını? Sonralarında biliyorsunuz, Yeşilçam’da başlayan bir seks furyası vardı. Ben o seks filmlerinde oynamadım. Oynamadığım için 2–3 yıl sektörün dışında kaldım ama sonra tekrar sektöre girdim. Terk edip gitmedim. O senelerde serbest ticaret falan yaptım. Doğru projeler de vardı seks filmleri haricinde, yapılan normal filmler de vardı. 3-4 film de öyle oynadım. 1979 yılında, ‘Gelin Kayası’ filminde, ikinci başrol olarak tekrar sinemaya dönüş yaptım. O yıllar zaten seks filmleri yeni yasaklanmıştı. Ondan sonra da devam etmeye başladım. 1981’lerden sonra da ‘Çobanyıldızı’, ‘Harman Sonu’, ‘Amansız Yol’ ve ‘Yol’ filmleri ile de sinema hayatımı sürdürdüm. İşte Harman Sonu’nda da önemli bir rol oynamıştım, 1983 yılında çekilmişti. Ve bugüne kadar geldik.

İşte bu senelerden sonra televizyon furyası, televizyon dizileri, televizyon filmleri derken Yeşilçam yavaş yavaş sinema filmi çekimlerini bitirdi. Biz televizyon dizilerinde oynamaya başladık. İlk oynadığım, Türkiye’de çekilen ilk televizyon dizisi, TRT 1’in yaptırdığı, Denizin Kanı’dır. 1979–80 yıllarındaydı… Ondan sonra Mahsun Kırmızıgül ile 1996 yılında Hemşerim dizisine başladık. 13 bölüm oynadım. Dumanlı Yol’da 60-70’e yakın bölüm oynadım. Güneşe Doğru’da –TGRT’nin dizisi- orada bir 26 bölüm oynadım. Beni Ağlatmayın’da 13 bölüm, Mahallenin Muhtarları, Kaygısızlar falan derken yıllar geçti… Tek Türkiye dizisinde –STV’ye çekilmişti- aşiret ağasını oynadım, 26 bölüm. Yani hayatımızı o diziler ile devam ettirmeye başladık.

Yine buna şükür. Yaşımız 66 oldu ve hala da bu sektörün içindeyim. Daha da çalışıyoruz. Çoluk çocuğumuzu buradaki çalışmalarımızla büyüttük, hayatımızı o filmlerle idame ettirdik. Evimizi barkımızı, çocuklarımızı onunla okuttuk. 2-3 tane aileye bakıyorduk. Sinemanın bitişi bizim üzüntümüz haliyle. Yeşilçam’ın bitişi bizim üzüntümüz… Yeni bir televizyon dizisi, furyası var artık… Bu furyalarda da, ne yazık ki bizim eski Yeşilçam’da yıllanmış, şarap gibi olmuş oyuncularımıza, değerli, çok büyük oyuncularımıza yer vermiyorlar. Yani onlara bir cephe almışlar sanki… Yani her dizide, her filmde, en azından bir sinema oyuncumuzun bulunması lazım… Onlardan alacağı, öğreneceği çok şey var gençlerin. Buna ilgi göstermiyorlar.

Bir de şu var; bu kadar emek vermişiz, yaş 66 olmuş ve emekli olamamışız, bir sosyal güvencemiz yok… Çünkü biz, yani o yıllarda, o filmlerde o kadar rollerde oynamışız geçmişte, sigortalarımız yatmamış… Gençlikte bunu araştırmamışız, bakmamışız, düşünmemişiz… Yaşlanacağımızı da düşünememişiz… Bir yaşlandık, baktık sosyal güvencemiz yok. 1977 yılında, tüm sinema sanatçıları -500-600 kişi vardı- Ankara’ya kadar yürüyüş yaptık. Sosyal güvencemiz yok ya, meclise kadar gittik. Ve o zaman, o sinema sanatçılarına geriye dönük bir sosyal güvence yasası çıkarttılar. Böyle bir hak tanıdılar o yürüyüşten sonra. O zaman yaşlı olan, bizim sinema sanatçılarımızın çoğu emekli oldu. Mesela yaşlı olanlar kimlerdi; Ali Şen, Kadir Savun, Reha Yurdakul, Nubar Terziyan, Sami Hazinses… Yani yaşlı olanlar, o dönemde faydalanıp emekli oldu. Bizim yaşımız tutmuyordu. 30 yaşlarındayım tabi, biz faydalanamıyoruz. Faydalanıyoruz ama parayı yatıracağım, 25 yıl bekleyeceğim öyle emekli olacağım. Dedim ben bu parayı yatırıp, 25 yıl bekleyeceğim… Kim öle, kim kala… Ne yapayım, üstünde durmadık. Bugüne geleceğimizi bilemedik tabii, yatırmadık. O yasa 87’de tekrar çıktı. Orada da faydalanan, emekli olan arkadaşlar, çoğu parasını yatıramadı. Ben 1995’te çıkan yasadan faydalandım. O hakkı bende kazandım 95’te. Ama o yıllarda bir para geldi bana, 1,250 TL… Parayı ödemek, bulmak çok zordu, imkânsızdı. Büyük bir paraydı… Ama hakkını kaybetmiyorsun… Çıkan yasada eskiden 2 sene süresi vardı, şimdi süresiz yaptılar. Ölünceye dek geçerli… (Ne zaman ödersen parayı, o zaman emekli oluyorsun.) O sene ödeyemedik… 2 sene geçti, 3 sene geçti, temin edemedik. 3 sene sonra gittim, biraz bir şeyler biriktirip, götürüp yatırıp emekli olalım dedik. Gittim 8-9 bin TL önüme çıktı. 8-9 bin TL’yi bulmaya hiç imkan yok. Derken 15.000 TL, 17.000 TL… Ondan sonra da artık alakamı kestim. Ama şimdilerde benim hakkım sonuna kadar geçerli, ölünceye kadar… Parayı yatıramadım. Ama şimdi bugün, gidip onu baktırsak, tahmin ederim 25,30 bin TL’yi buldu.

Şimdi bu konuda emekli olmayan bir tek ben de değilim. Benim gibi birçok arkadaşımız var. Ben bir ara 1997 yıllarında, şöyle bir toparladım arkadaşların borçlanma kâğıtlarını, 42 kişiyi tespit ettim. Onu da bir dosya yaptırdım. Adları, soyadları, sinema afiş adıyla, esas adıyla, sigorta sicil numaraları ve o borçlanma kâğıt fotokopisi ile bir dosya yaptım, dilekçe ile Kültür Bakanlığı’na gönderdik. İşte, hepimiz mağduruz, o parayı ödeyemiyoruz, yardımcı olun bize diye… O orada kaldı… Bakılacaktı, ödenecekti… Yarısını onlar, yarısını başka devlet daireleri ödeyecekti, o olay da öyle kaldı. Ve o dosyamız hala orada duruyor. O zamanda, yani 1997 yılında, tahmin ediyorum, bir 80 kişiye kadar çıkmıştır. Olamayan arkadaşlarımız çok. Mesela, Zagor filmleri ile tanınan Levent Çakır… O da emekli olamadı. Biz aramızda Panço derdik, Cevdet Balıkçı… O da emekli olamadı. Sönmez Yıkılmaz, yani Türk sinemasının Rambo’su, o da emekli olamadı. Yani olamayan çok… Mesela rahmetli Mesut Engin, emekli olamadan öldü. Ve birçoğu da o hakkı kazanmışken, parayı ödeyemeden öldü. Ve artık sıra, yavaş yavaş bize geliyor… Çember daraldı… Emeklilik kısmet olur mu olmaz mı? Bilemeyiz.

Çok anımız var, hangisini anlatayım? Binlerce anımız var. Artık birçoğunu da unutmuşuz. Yıllar geçmiş, zaman geçmiş. Şöyle bir film sahnesini, bir anımı anlatayım… O sürekli aklımda kalan bir şeydir. Bir de ölüm tehlikesi geçirdiğim bir sahneydi. ‘Kara Şahin’ diye bir film çekiyoruz. Kara Şahin’de ben Bizans komutanını oynuyorum. Bizans komutanıyım, arkamda, 34 kişilik bir ordu var… Harplere giriyoruz falan… Şimdi karşı tarafın kaçakları var onları arıyoruz. Yani onlar da, filmin başrolünü oynayan 3 kişi. Biri rahmetli oldu bizim Yavuz Selekman… Birisi o zamanın meşhur mankenlerinden Bora Erdem. Bir de Atilla Saral vardı. Biz bu üçünü arıyoruz. Onları yakalayacağız, onlar kaçmış falan. Biz Bizans askeri, onlar Müslüman tarafı. Biz bunları ararken -arkamdaki bir manga askerle- altımızda atlar var. Böyle yarış atları, çok güzel atlar… Geldik bir tane ırmağın başına… Böyle baya büyük bir ırmak, bir tane de göl var. Yönetmen hazırladı. Bir kamerayı gölün bir tarafına koydu, bir tanesini de öbür tarafa koydu. Kamera çekecek. Yönetmen, suya dalacaksınız dedi. Bizim o jönlerimiz de suyun altına gömüldü. Onlar suya saklanmış -biz sahneyi biliyoruz tabi- biz de sudan geçeceğiz. Yönetmen; ‘Onlar suyun altından çıkacaklar karşınıza… Hasan, bu atı suyun içinde devireceksin…’ dedi. Yavuz (Selekman) ağabey, ‘Tamam.’ dedi. ‘Ben sudan çıkınca boynunu büker, deviririm…’ dedi… ‘Yavuz ağabey…’ dedim, ‘Boynunu bükmeyle bu at devrilmez…’ dedim. ‘Sen çok güçlü adamsın, pehlivansın ama bu at devrilmez…’ dedim. ‘Ben deviririm, sen bana bırak…’ dedi. İşte o, atı devirip üstüme atlayacak, aşağıya alacak beni, biz kavga edeceğiz. Diğer askerler de suya dalacak. Bir kavga gürültü olacak. Biz atla daldık içeri suyun içerisine. Şimdi su, atın üzengisinin altına geldi. Su derin. Biraz daha gittik. Ben atı devirdim. Yavuz ağabey bir atladı üstüme, atla beraber yan döndük. Ben de atı devirmeye gayret etmişim, kullandığımız formüllerle… At suyun içinde aniden yan döndü. Ayağım üzengiden çıkmadı… Yavuz ağabey atladı, ben atın altında kaldım… Yavuz ağabey atın üstünde, ben suyun içinde atın altındayım, ayağımı üzengiden çıkarmaya çalışıyorum… Ama üzengi sıkışmış çıkaramıyorum, boğulma tehlikesi geçiriyorum Yavuz ağabey hala atın üstünde beni arıyor, suyun içinde. Eğer 1 dakika veya 1,5 dakika daha sürse bu olay, boğulacağım… Nefes aldığım kadar dayanabildim. Ayağımı kurtardım. Ben atın yan tarafından kendimi bir attım dışarı… Yavuz ağabey atın üzerinde kalmış debeleniyor. Ondan sonra üzerime bir atladı. Beni bir daha gömdü mü suya… Nefessiz kaldım… ‘Yavuz ağabey boğuluyorum…’ dedim ama duymadı, bana yumruk salladı… Suya soktu, çıkardı, ben tekrar devrildim… Üzerime atladı, nefes alamıyorum, boğuluyorum. ‘Ağabey boğuluyorum…’ dedim bir daha… Baktım bunun bırakacağı yok, bunun suratına bir patlattım gerçekten… O da düştü suyun içerisine. Ben artık kalktım, doğruldum bir nefes aldım,  rejisör bağırıyor oradan; ‘Devam!’ diyor… Ben durdum, nefes almaya çalışıyorum, o ‘devam’ diyor. Yavuz ağabey sudan kalktı, bir daha üzerime atladı… Yani boğulacağım artık. ‘Ağabey boğuluyorum, boğuluyorum… Keselim artık…’ dedim. Sonunda sahne bitti… O boğulma tehlikesini atlattım, çıktık kenara, kendimi çayıra attım… Ağzımdan yüzümden sular fışkırıyor. Suları yutmuşum… Yani böyle tehlikeli bir sahne atlattım, en büyük anılarımdan biridir…

Şimdi okuyanlara söyleyeceğim bir şey, yani bu işe meraklı olan gençler, eğer gönül vermiş iseler, kalben bu işi seviyorlarsa bu işi yapacaklar. Yok, ben şöhret olacağım, artist olacağım diye bu işe girmek istiyorlarsa, şöhret için, isim için, hiç girmesinler. Ama burasında (kalbinin olduğu yeri gösteriyor) varsa, kalbinde varsa, o zaman bu işte saygıyla, sevgiyle, herkese saygılı, iş terbiyesiyle çalışsınlar. Bir sahnede, bir dizide oynayınca, onlar sanıyor ki hemen şöhret olacağım. Biz 50 senedir şöhret olamadık, 50 senedir şöhreti yakalayamadık… Bir de iş terbiyeleri olmalı… İşe çağırdığı zaman, en az iş saatinden bir yarım saat, 15 dakika önce tarif edilen yerde bulunmaları lazım. Benim tavsiyelerim bunlar. Tüm Üçüncü Adam okurlarına, tüm sinemaseverlere selamlar, saygılar…

Hasan Yıldız? Yanılmadınız… 🙂

11.10.2012 – Gazeteci Erol Dernek Sokak / BEYOĞLU

Erhan Tuncer (Nam-ı Diğer Lüzumsuz Adam/Genseriko)

Ses kaydının deşifresi için, Hülya Birsen’e sonsuz teşekkürler.